İstanbul’da doğup büyüyen sanatçı, Viyana Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden yüksek lisansla mezun olmuş. Fakat içinde çocukluktan itibaren gelişip serpilen sanat aşkıyla Kultur Konzept Austria’da Kültür ve Sanat Yönetimi programını da bitirmiş. Eğitimine Şam, İstanbul ve Viyana’da devam eden Burnaz, şimdilerde Viyana ve İstanbul’da, iki sanat başkentinde yaşıyor.
Sanatından konuşmak istesem de 28 Şubat sürecinde ülkesinden kovulan, dünyanın dört bir yanına savrulan kızlardan biri olduğunu söylemeden geçmek mümkün değil. Bu tuhaf ve akıl almaz ihtilâlin hayırlara vesile olan bir başka veçhesinin yansımalarından Burnaz. Mütedeyyin, içi sanat aşkıyla dolu olan genç bir kadın olarak, şimdiden birçok eseri özel koleksiyonlarda yer alan, eserleri Viyana Duisburg Köln Budapeşte Amsterdam Mostar Tiran Varşova Ankara Sakarya İstanbul Üsküp Berlin gibi nice şehirlerde kişisel ve karma sergiler açan bir dünya sanatçısı.,
Dünyabizim.com’dan Muaz Ergü’ye sanatını özetlemiş: “Müslüman sanatkar İslam dinindeki figüratif resme olan temkinli yaklaşımla, sembolik ve figüratif olmayan el işçiliğine yöneldi, daha akışkan duyguların adeta motiflere yansıdığı başka bir sanat ufkunu belirginleştirip soyut resmin öncüsü oldu.” Kosova’nın başkenti Priştine’de yağlı boya resimlerden oluşan ‘Deveran Aralığı’ başlıklı sergisi hakkında, resimlerdeki geometrik ve soyut şekilli betimlemelerle Allah’a olan inancını ve sevgisini dile getirmeye çalıştığını söylüyor.
Eğitim için gittiği Viyana’da 14 yıl yaşayan 2004’ten itibaren birçok esere ve sergiye imza atan Burnaz, doğudan gelip Batı eğitiminden geçmiş bir Müslüman olarak kültür diplomasisini önemsiyor. Birçok sergisine ev sahipliği yapan Yunus Emre Enstitülerinin bunu gerçekleştirmek için çok iyi bir fikir olduğu kanaatinde. Aslında Burnaz kendi ülkesi Türkiye’de, baskılarla karşılaşırken, Viyana’da bir gül bahçesi olmamış. Orada da islamofobik insanların sözlü ve fiziki tacizlerine, nice dışlamalara maruz kalmış. Bu önyargıları ve düşmanlığı aşmada, iki insanı ya da milyonlarca insanı birbirine tanıtmada en içten dil sanatın dili olabilir. Mesela Burnaz’ın başörtülü bir sanatçı olarak klasik sanatlara modern bir soluk getirişi, özellikle Avrupa’da oluşmuş olan tek tipleştirmeyi (stereotipleştirme) yıkmak için çok kıymetli bir çaba. Kendi kültür ve inanç birikiminden getirdiği değerlerle Batı’da edindiği kazanımları belli bir ahenkle buluşturabilmiş ve yaşadığı iki şehir arasındaki dengeyi bu armoniyle kurmuş bir sanatçı. Gözlemliyor, sürekli yeni şeyler öğreniyor ve sanat ortamına birbirini tanıyıp tanış olma eksenli yaklaşıyor. Nihai denge ise ancak karşılıklı saygı ile kurulabilir Burnaz için.
Sanat eğitiminin ilkokuldayken verilmeye başlanmasını öğütlemesi çok haklı. Yurt dışında gittiğimiz müzelerde öğrencilerin çocukların öğretmenler nezaretinde gelip, yerlere oturup gördüklerini resmetmeye başlamalarını her zaman gıptayla izlemişizdir. Bu inançla, gönüllü olarak Viyana’dayken 4 yıl kızının sınıfına sanat dersi vermiş. “Şimdi de ayda bir Sapanca’da oğlumun sınıfına sanat derslerine giriyorum” diyor. Sınıftaki çocuklar büyüdüklerinde bazı sanatçıları, sanat akımlarını bilsinler, onlarda estetik zevk ve sanatsal duyarlılıktan yana bir iz kalsın istiyor.
‘Terk Edildiğinde Ahenk’ başlıklı son sergisini Viyana’da Zeitraum Resim Galerisi’nde açan sanatçının eserleri izleyenleri derinden etkilemiş durumda ve 20 Haziran’a kadar gezilebilecek. Katalogdan görebildiğim eserler botla ölümcül sulara açılan Suriyeli mültecileri anlatıyor. An’a tanıklık etmemizi sağlamak için boya ve renkli mineralleri tuval üzerinde bir arada kullanarak derinliği artıran iki aşamalı bir teknikle çalışmış. Botlarda yolculuk eden mülteciler hakkındaki insanlık devinimi, insanlığın kalpsizlik perdesi bir hissiyat olarak güçlü biçimde beliriyor. Renklerin kullanım katmanları ise varoluşumuzu baştan sona gözler önüne seren çağrışımlarla dolu. Siyaset okuduğu halde Burnaz tercihini iyi ki sanattan yana yapmış. Bu soluklanmalara ihtiyacımız var.