Soyut resim alanında çalışan ilk başörtülü sanatçılardan biri olan Betül Burnaz, Türkiye’de oynanan oyunların daha önce Irak’ta oynandığını hatırlatarak, “Allah milletimize sağduyulu olmayı ve feraset sahibi davranmayı nasip etsin! ” diyor.
Betül BURNAZ, kadın bir ressam olarak ince ince bir hayatı dokuyarak, vazgeçmeden emek sarf ederek hayatını hayalleri doğrultusunda şekillendiren bir isim. Türkiye’de başörtülü olan birçok kadın gibi 28 Şubat darbesiyle yön değiştirdi. Avusturya’da Viyana Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden yüksek lisans derecesiyle mezun oldu ve Kultur Konzept Austria`da Kültür ve Sanat Yönetimi programını bitirdi. 1995 yılından sonra sanat eğitimine Türkiye, Şam ve Viyana’da; karakalem, ebru, akrilik/yağlı boya, hat sanatı ve geleneksel el sanatları alanlarında devam etti. Yurtiçi ve yurtdışında birçok özel koleksiyonda eserleri bulunmakta olan Burnaz bugün çalışmalarına, İstanbul ve Viyana’da devam ediyor. Emek deyince herkesin aklına işçiler, patronlar, haklar, grevler geliyor. Kimse 28 Şubat’ın emeği elinden alınmış kadınlarından bahsetmiyor. Biz bu ay emek emek hayatı dokuyup, postmodern darbe ile yarınına, emeğine engel konulmak istenilmiş Betül Burnaz’ın hikayesini ağırlamak istedik sayfalarımızda. Bu hikaye yalnızca onun muydu? Sizin, bizim, hepimizindi aslında…
Çizdiğiniz ilk resminizi hatırlıyor musunuz, sizin açınızdan kaydedilmeye değer çiziminizi kaç yaşında yaptınız? Ressam olma sürecinde yetenek ve emek ne ifade eder?
Resim derken sanırım kategorize etmek gerekiyor, ilk karalamalar, ilkokulda yapılan ev/köy/araba gibi resimleri… Ortaokulda öğretmenin tahtaya çizdiği armut, elma gibi meyve resimleri ve benim de aynısını yapmaya çalıştığım resimler… Yine ortaokulda çokça tercih ettiğim kızlara giydirdiğim kıyafet çizimleri… Yağlıboyadan bahsedecek olursak: Oturduğumuz apartmanda yan komşumuz resim öğretmeniydi, Celal Çitkaya, ilk tuvalimi, yağlıboyalarımı ve fırçalarımı bana o vermişti. Ayrıca yağlıboya resim tekniği hakkında bilgiler öğretmişti. Sanıyorum lise birdeydim. O zaman boyadığım tablolar hâlâ annemlerde duruyor. Yeteneğe gelince, yeteneğin kesinlikle yeterli olmadığını, aksine ilginin itici motor güç olduğunu düşünüyorum. İlgi ve uğraş bizi süreçte var kılan ve kısmetliysek de sonuca götüren etkenlerdir. Sanat bir şekilde hayatımda hep var oldu ve içimden gelen bir dürtü şeklinde hayatımı şekillendirdi…
Resim sergilerini takip eder, müzeleri gezer misiniz? Aklıma sormakta terreddüt ettiğim bir soru geldi: Gündelik yaşamın ve halkın bu sanat tarzı ile mesafeli olduğu kanaatine katılır mısınız? Özellikle pahalı ve anlaşılmazlık ilk akla gelen şeylerdir. Ne düşünürsünüz bu noktada varsa aklınızda kalan bir anınız paylaşabilir misiniz?
Evet, çok sık müzelere giderim. Günümüzde bir sanatçı için müze ve galeri gezmenin olmazsa olmaz olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü özellikle müze/galeri gezmek, gözü eğitmek, ufku geliştirmek için vazgeçilmez mekânlardır. Burada da ne yazık ki insanların her şeyde olduğu gibi ifrat ve tefrite gittiğini gözlemliyoruz. Ekonomik durumu yerinde olanlar, gerçekleştirdikleri şehir/kültür gezilerinde mutlaka müzeleri de ziyaret ediyor. Sık sık müze gezdiğim için oldukça fazla anılarım var.
Mesela Amsterdam’da Van Gogh Müzesi’ne girebilmek için uzun bir bilet kuyruğunda beklediğimi ve zorla girdiğim müzede üst kata son ulaşım noktasına koydukları Van Gogh’un meşhur ayçiçekleri tablosuna oluşturdukları bir tapınak sunağı konumlandırmasını sayabilirim. Beni en çok şaşırtanlar ise; modern sanat müzelerindeki enstalasyonlar oluyor. İlk olarak 15 yıl kadar önce gördüğüm, insanın midesi bulanmadan izleyemeyeceği; Wiener Aktionismus adındaki akımın işleri unutulabilecek gibi değil. İzleyicinin kafasında yer etmesi mantığına dayanıyorsa sanat, gerçekten bunda başarılılar. Lakin anlamlandıramadığım, ama yine de o objeyi oraya niye koydu ki diye düşündüğüm; mesela Bükreş’teki Modern Sanatlar Müzesi’ndeki bir enstelasyon aklıma geliyor. Sanatçı, yerel market poşetlerine bir şeyler doldurup, müzenin içindeki köşelere o poşetleri yerleştirmişti. Sanki müzede biri alışveriş poşetlerini unutmuş gibiydi. Düşünsenize market poşetlerini (ama içi görünmeyen poşetler) bir müzede sergilediğinizi…
Veya Almanya’da tuğla gibi taşları bir yere yığmış bir sanatçı… Yine Viyana’da Mumok’ta köşeye yığılmış inşaat artığı gibi malzemeler. Çok subjektif işler… Felsefesini kurduğunuz sürece, Duchamp’ın yaptığı gibi bir pisuarı sanat objesi olarak veya çok uç bir örnek olarak; Manzoni’nin yaptığı gibi çok af edersiniz sanatçı kakası başlığıyla dışkınızı konserveletip de sergileyebilir, hatta fahiş ücret karşılığı satabilirsiniz bile. Alan kişi açısından metan gazının içeride sıkışıp konservenin patlaması riski de söz konusu; nitekim bu da oldu. Özellikle son 100 yıldır artık sanatın zekice bulunmuş fikirlerden, cesaretten ve kurgulanmış iyi bir felsefeden ve de en önemlisi bunları pazarlama tekniklerinden ibaret olduğunu düşünüyorum. Mükemmel çizimler yapmak artık çok önemli değil, zira fotoğraf makinesi denilen bir icat var. Turner fotoğraf makinesi icat edilip İngiltere’ye getirildiğinde işi elinden gidecek diye boş yere endişe etmiyordu. Şimdilerde ise Çin’deki zanaatkârlar 1 metrekarelik alanlarda birebir orijinali ayarında eserler ortaya koyuyor. Sanat eserlerinde önemli olan mesele artık mükemmel el işçiliği değil…
Doğuda mahremiyet ve örtünme baskın bir duygudur. Antik Yunan heykellerine ve batı resimlerine baktığımızda hatta kiliselerdeki heykellerde genelde çıplaklık var, bunu neyle temellendiriyorsun?
Ben sanat tarihi okumadım. Bu konuda profesyonel eğitim alan bir uzmanla muhtemelen farklı yorumlar yaparız. Lakin kişisel okumalarımdan ve incelemelerimden edindiğim fikrim, onların çıplaklığı bizim gibi görmeyişi… Bir kere çıplaklık ve pornografi farklı şeyler. Biz bu konuları özellikle kültürel olarak konuşmaya/görmeye alışık olmadığımızdan bizim için çıplaklık ve pornografi aynı gibi algılanıyor. Çünkü yabancısıyız. Yabancı olduğumuz bir şey hakkında ise önyargılıyız. Biz kilise hakkında önyargılıyızdır, onlar ise mesela; bazı Müslüman kültürlerde uygulanan burka/peçe hakkında… Tabii birçok alt yapısı var bu önyargıların. Nasıl benim üzerimde, yaşadığım din ve hocaların etkisi varsa, onların da üzerinde aydınlanma dedikleri rönesans ve bununla birlikte özellikle kadınların elde ettikleri hakları kaybetme endişesinin ciddi bir etkisi var…
Sanatçı topluma ne verir? Halk arasında sorulabilecek haliyle sorarasak sanat eserleri ne işe yarar?
Bilinenin aksine aslında sanatçı topluma para verir/kazandırır. Bugün kapitalizm herşeyi kullanır hale gelmiştir. Kültürel alan da bunda en çok payesi olan sektörlerden biridir. Sanatçı tutunur ve nam yaparsa, eserleri büyük paralara satılırsa, aracılar büyük paralar kazanır. Devlet bu alışverişten vergi alır. Sanatçı, menajeri veya galerisiyle iyi bir anlaşma yaptıysa, kendisi de para kazanabilir. Sanat eserlerinin reprodüksiyonları basılır, onlar tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkere servis edilir. Devlet işadamlarını sanat eseri alma konusunda vergiden düşerek teşvik eder. Böylece sanatçıyı yaşayabilir hale getirir. Bunu tabii her sanatçı başaramaz. Uyku uykuyu getirir, para parayı çeker şeklinde açıklayabileceğimiz gibi, ün de ünü getirir. Ya çok kısmetli olanlar ya da gerçekten iyi bağlantıları olanlar bu şansları elde edebilir. Müzelerdeki eserler tanındıkça, o müzeler daha çok ziyaret edilir hale gelir. Bir döngüdür döner durur… Sanat ve kültürün toplumun estetik anlayışında çok etken ve önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Daha ilkokuldayken çocuklara sanat eğitimi verilmeye başlanmalı düşüncesindeyim. Bu inançla, gönüllü olarak Viyana’dayken kızımın sınıfına 4 yıl boyunca ayda bir olmak üzere sanat dersleri vermiştim. Şimdi de ayda bir Sapanca’da oğlumun sınıfına sanat derslerine giriyorum. Sınıftaki çocuklar belki büyüdüklerinde bazı sanatçıları,sanat akımlarını diğerlerine kıyasla daha çok tanıyor olacaklar. Belki estetik zevk ve sanatsal bilgi hakkında onlarda bir iz bırakmış olacağım ümidindeyim… Bambaşka yerlere geldik, lakin bizler başkaları için üzerimize düşenden birazcığını yapabilirsek, değişimde etken olabileceğimiz düşüncesindeyim.
Soyut resim insanların karşısına geçip saatlerce bakıp ve anlaşılmaz yorumlar yaptıkları eserler olarak algılanıyor ki bu yönüyle sıklıkla karikatürize edilir. Siz de soyut resim yapıyorsunuz, yaptığınız resimleri nasıl anlatıyorsunuz ve yaptıklarınızın esin kaynağı nedir?
Büyüdüğüm ve sonradan içinde yaşadığım toplum dedim. 22 yaşıma kadar Türkiye’deydim. Sonra bir yıl Suriye’de, ardından da 14 yıl Avusturya’da yaşadım. Şimdilerde ise Viyana ve Sapanca arasında gidip geliyorum. Resimlerimde içine doğduğum ve büyüdüğüm toplumdan aldığım edinimlerle, sonradan yaşadığım Şam ve Viyana kültürlerinden de almış olduğum edinimleri sentezlediğimi düşünüyorum. Eserlerimi kavramsal soyut olarak adlandırıyorum. Bazı modern sanatçılardan biraz farkla, onlara kıyasla daha az subjektif olduğumu düşünüyorum. Eserlerimdeki mantığı, gerçekten eserleri anlamak isteyen ve üzerinde düşünen, az buçuk da kültürümüzü bilen herkes çözebilir. Sanat çalışmalarımda, içinde var olduğum sanat anlayışını, kendim ve öteki olarak ayırt etmeden, kendi yörüngemde dönerek inşa etmeye çalıştım. Her şeyde olduğu gibi benzerliklerimizi ve farklılıklarımızı yüce Rabb bizlerde mevcut kılmış. Doğu kültürünün içine doğdum, lakin Batı kültüründen de aldığım bir altyapı var. Bu altyapı sayesinde önceki ontolojik bakış açımın tuvale akseden fiziki izdüşümünün de Batı perspektifinden kaynaklandığını söyleyebilirim. Genelde seri olarak çalışıyorum. Serilerdeki temalar ise; ya en çok aidiyet hissettiğim teolojik konular veyahut toplumsal mevzular oluyor. Deveran Aralığı üst başlığını taşıyan bir Lafzı Celil serisi çalıştım. LA; reddiyeye bir başlangıç, Elif, Çalışan Kadınlar, İstanbul, Hayat, Türkiye’den Göç serileri bunlardan bazı başlıklar.
Şu anda da sığınmacıları konu edindiğim ve sonbaharda Viyana’da izleyici karşısına çıkması planlanan bir çalışma içerisindeyim. Allah mahcup etmesin!
Bir sanatçı eserinde yaşadığı toplumsal olayları bir biçimde aksettirir, yapacağınız resimlere darbe girişimi nasıl yansır? 28 Şubat ve kendi serüveninizi de anlatarak bu son yaşananları değerlendirir misiniz?
Haklısınız, sanatçı yaşadığı toplumdan ve çevresinde dönmekte olan olaylardan etkilenir ve bu olaylara kendi şahsi görüşünü/perspektifini katarak ortaya eserler çıkarır. 15 Temmuz’da darbe girişimi olduğunda çocuklarla ben Viyana’daydık ve sonrasında yaklaşık bir ay daha orada kaldık. Olaylara sadece TV’de seyrettiklerim kadarıyla tanıktım. Bu yüzden de, burada yaşayanlar kadar,(eşim, ailem ve arkadaş örneğimden gözlemlediğim kadarıyla,) onlar kadar emosyonel yaklaşmadığımı farkettim. Olayı bizzat yaşayanlarla dışarıdan bakanlar kesinlikle aynı şeyi hissetmiyor, bunu gözlemledim. Tabii tankların ezdiği insanları görmek, savaş uçaklarının insanların üzerinde uçup halka ateş açması endişe verici, lâkin olaylar yaşandığında gösterilen cesaret ise aynı oranda hayret verici. Avusturya ve Alman medyasını okumalarımda onlar hakkında çıkardığım sonuç ise, oynanan oyunun zannettiğimizden çok daha büyük ve çok daha endişe verici olduğu. Avusturya medyasında çıkan bir haber “Türkiye gizli atom bombası mı yapıyor?” şeklindeydi. Bu haberi gördüğümde, aynı Irak’ta yaptıkları kirli oyunun bizim vatanımızda da oynanmak isteneceği karamsarlığına kapıldım. Her gün çıkan haberlerde Türkiye aleyhine propaganda yapılıyordu. Hepimiz biliyoruz ki; Avrupa ve Amerika hükmedemediklerini ortadan kaldırmak ister. Allah milletimize sağduyulu olmayı ve feraset sahibi davranmayı nasib etsin! Şuan için de etkileşimlerimin resimlerime nasıl yansıyacağını doğrusu ben de bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek! FETÖ militanları ile ilgili olarak da: Biz 28 Şubat döneminde direnirken, onların başörtüsü yasağını tanıyıp, direnmeden başlarını açmayı tercih etmiş olmaları son yaşananlara kadar en kızdığım zamanlardı diyebilirim. Ne gariptir ki; öncesinde bu kadar mülayim görünen bir topluluk, sonrasında tanklarla, savaş uçaklarıyla kendi halkına karşı katliam yapabildi!
“ Gülşen Özer’in il röportajından alınmıştır. ”