İslam Dünya Üzerindeki Her Yere Aittir
Kasım 17, 2022

Avusturya ve Türkiye’de yaşayan ressam Betül Burnaz, soyut resim çalışıyor. Kültür Perspektifi Serisi’nin beşinci söyleşisinde, Burnaz’la sanatçının arka planının sanatına etkisini konuştuk.

Profesyonel sanat hayatınızdan bahseder misiniz? Sanatınızla neyi harekete geçirmek ve gerçekleştirmek istiyorsunuz?

Sanatkar, bir gözlemci değil, bir iştirakçi olarak hayata ‚ “Cemâl”i taşımak üzere yola çıkmış olan kişidir. Ve oluşu nispetinde “güzel bir şey” eyleyerek, iyiye ve “En iyinin sahibine ulaşmaya çalışan yolcudur. Ben de Doğu’dan gelen ve Batı’da formel eğitimini tamamlayan bir sanatçıyım. Eserlerime baktığınızda Doğu ve Batının sentezini gerçekleştirmeye, bu iki kültürü bir potada eritip, tuvale yansıtmaya çalıştığımı fark edebilirsiniz. 

Sanatımla, bu çok yönlülüğün/farklılıkların aslında ne kadar da güzel olabileceğini göstermiş olabilirim kendimce. Genelde seri çalışıyorum. Lafzı Celil’in yazılışını deforme ederek tuvale yansıtmaya çalıştığım Deveran Aralığı, mültecilerin göç yollarında yitirilişlerini konu edindiğim Terkedildiğinde Ahenk, Bir başlangıç Olarak La, modern bir çalışma olan Kâbe temalı seri, kimlikleri ele aldığım kilim desenleri ve Kâinat/Elif serisi çalışmalarım arasında.

“Sanatımın Dinî İnanışımdan Ayrılması/Arındırılması Mümkün Değil”

Sanatınızda dinî ve/veya kültürel arka planınız sizin için nasıl bir yere sahip?

Benim için sizin ifade ettiğiniz biçimde ve/veya şeklinde bir ayırım söz konusu değil. Kültür ve din konusunda bilinçli bir tercihe gidiyorum, zira yetiştiğim toplumdaki kültürden etkilenmiş olsam da dinî anlamda bir tercihte bulunmuş olmaktayım. Böylece –kültürü, dili, dini farklı olan- bu toplumda İslam üzere kalarak, ama farklı kültürel kodları da kendime katarak yaşayabiliyorum.   

Az önce bahsettiğim başlıklardan anlaşılacağı üzere özellikle dinî motiflere yoğun bir şekilde yer verdiğimi söyleyebilirim. Sanatımın dinî inanışımdan ayrılması/arındırılması mümkün değil. Hayatımızda aslında hep bir iç içe geçmişlik var ve özellikle sanatçılar için bu daha da yoğun yaşanılan bir durum.

Çizgiye, resme farklı bir perspektif getirerek kul olmanın gereğince, mükemmelin sadece “O” olabileceğini savunuyor, kulluğumla onun her yerde ve her şekilde var olabileceğine ve pek tabii onun isminin yazılabileceğine/çizilebileceğine inanıyorum. Bu inançla geometrinin imkânlarından faydalanıyor ve eserlerimde klasik hat yazısını deforme edip yeniden yorumlamaya çalışıyorum.

Avrupa’da sıkça bulunan bir sanatçı olarak İslam düşmanlığı hakkında düşünceleriniz neler? Siz şahsen ayrımcılığa hiç maruz kaldınız mı? 

Yukarıda da değindiğim gibi üniversite eğitimimi Siyasal Bilgiler alanında aldım ve hâliyle burada neler yapılmaya çalışıldığının arka planını görebiliyorum. Gerçekten akleden ve medyaya kulak asmayıp, tarihî tecrübelerden istifade eden her birey yapılmak istenenleri görebilir. Özellikle Avrupa’da ekonomik alanda sıkışılan her dönemde bir nefret unsuru yaratılıyor. Almanya ve Avusturya örneklerini ele alırsak, Nasyonal Sosyalizm döneminde Yahudilerin nefret unsuru olarak kullanıldığını biliyoruz. Son yıllarda bu bakışın Müslümanlara ve Müslüman göçmenlere yöneldiğini ve bu ayrılıkçı, İslamofobik yaklaşımların her geçen gün artarak devam ettiğini görüyoruz. Avrupa’da yapılmaya çalışılan, nefret unsuru olarak Müslümanları gösterip, halkı oyalamak ve günü kurtarmaya çalışmaktan ibaret. Lakin uzun vadede bu politikanın Avrupalılara neye mal olacağı, orta seviyeli bir tarih okumasıyla bile anlaşılabilir.   

Viyana’ya geldikten yaklaşık 1 ay sonra 11 Eylül oldu. Ne derece tesadüf bilemiyorum, lakin olaydan sadece birkaç gün sonra bond çantalı, iyi görünümlü bir Avusturyalı bey elindeki çantayla bana vurup hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gitti. Ben ise olayın şokundan ne yapacağımı bilemedim. Bunun akabindeki yıllar boyunca kendime ve yakın çevreme yönelik sözlü ve fiziksel tacizler hiçbir zaman azalmadı. Demek istediğim, bu saldırıların 10 yıllardır aslında var olduğu ve şu anda da şiddetini arttırdığı.

Son yıllarda “İslam Avrupa’nın bir parçası mı” tartışması sıkça gündemde yer alıyor. Sizce İslam Avrupa’ya ait mi?

Bizim inancımıza göre yeryüzü Allah’ındır. Dolayısıyla İranlı sosyolog Ali Şeriati’nin “Dine Karşı Din” adlı eserinde belirttiği gibi Kur’an’da insanın sosyal, ekonomik ve yaşam biçimiyle ilgili bütün ayetlerde Allah kelimesi yerine Halk sözcüğü konulabilir. Böylece yeryüzü Allah’ın’dır denildiğinde bu, hiçbir ayrım ve sınır tanımaksızın “yeryüzü halkındır, yani insanlarındır anlamına gelir. Bu anlayışta pasaporta, vizeye yer olmadığı gibi Avrupa’ya ulaşma çabası içindeyken boğularak ölmek de, işkencelere maruz kalarak ülke dışına sürülmek de yoktur. Nasıl ki doğduğum ülke olan Türkiye, bir Hristiyan’a, bir Yahudi’ye ait olabiliyorsa ve yüzyıllardır bu topraklar farklı din ve kültürlere ev sahipliği yaptıysa, İslam da Almanya’ya/Avrupa’ya/Dünya’nın her yerine aittir. Kültürel ve dinî farklılıklarımızı bir çeşitlilik olarak görüp, merhamet ve birbirimizi tanıma eksenli ilişkiler içerisine girmeliyiz. Zira insan tanıdığından korkmaz!