Tüm imgeler kuşkusuz İnsan yapısıdır. İnsan muhayyilesinin zirvesini teşkil eden ve sanatçının yaratımına can katan imgeler, insan ve toplum bilimleri bir yana, edebiyatın sunduğu imkanlardan bile daha zengin, daha etkili ve keskindir. Ressam, tuval üzerine yaptığı imlerle baktığı ve gördüğü şeye yeniden hayat verir, anlam kazandırır. Her imge – sanatçının – bir görme biçiminin tezahürüdür; bir imgenin algılanışı, değerlendirilmesi ve yorumlanması da aynı şekilde izleyicinin görme biçimine bağlıdır.

II
Sanatçı da herkes gibi yalnızca baktığı şeyleri görür; bakmak her şeyden evvel bir seçme eylemidir. Peki insan bakacağı şeyi nasıl seçer? Örneğin sanatçı, neden Akdeniz’in afrodizyak köpüklerine değil de ondan daha beyaz olan umuda iltica yolunda yitip giden insanlara bakar? O insanlar ki bizim onları gördüğümüz gibi onlar da bizi – Akdeniz’in karanlıklarına gömülene dek – görmekteydiler. Heidegger’in kaydettiği gibi tüm davranışların, hatta kuralları yıkan davranışların bile arka planında herkes vardır. Eskinin sömürgeleştirilmiş halkları, bugünün madunları ve nihayet mülteciler… Arka planında herkesin olduğu bir sahnede rol almaya icbar edilmiş oyuncular!
III
Sanatçının yaptığı iş, bizim “sanat eseri” dediğimiz obje değildir. Heidegger’e göre sanat, özünde hakikatin (aletheia) olduğu veya en azından içinden hakikatin doğabileceği bir açıklık yaratma eylemidir. Sanat, özü itibariyle hakikati işe koşmak, seferber etmektir.
Heidegger’in dağarcığında “hakikat”, gerçeklik anlamına gelmez. Van Gogh’un bir çift köylü ayakkabısını tasvir ettiği resmine gönderme yaparak, ressamın bu eserinde hakikatin vuku bulduğunu, tecessüm ettiğini savunur. Ancak hakikatin tasvirle özdeş görülmemesi gerektiğini de vurgular. Heidegger’e göre sanat eserinde hakikatin vuku bulması, bir şeyin doğru (birebir) tasvir edilmesi, ona tıpatıp benzeyen bir taklidinin çizilmesi anlamına gelmez. Hakikatin vuku bulması, daha ziyade bir şeyin – gizlendiği – kendi içinden açığa çıkartılmasıdır. Meydana getirme, bir şeyi gizlilikten açıklığa çıkarmaktır. Bu anlamda, sanatçının meydana getirme işi ya da yaratımı, gizli ya da saklı olanın, açıklığa kavuşturulmasından ibarettir. Meydana, orta yere veya açığa çıkarma ya da örtüsünü kaldırma aletheia aslında görü(nü)şün, kanaat ya da doxa’nın zıddıdır da.
IV
Sanatsal bir iş, sanat objesine indirgenemez. Sanat, o obje ile yüz yüze gelindiğinde vuku bulan aletheia’dır. Sanat eserinin de bizzat sanatçının da dayandığı öz, hakikatin kendisini seferber etmektir. Sanat, eşyanın ortasında öyle bir alan aralar, öyle bir açıklık yaratır ki orada her şey alışıldık, sıradan, gündelik olandan farklıdır.
Şimdi bir de siz bakın, sanatçının açtığı aralıktan görmeye çalışın ve yargıyı kendiniz verin.

Enes Kabakcı